Aralık 13, 2016

Yumurta (The Egg) - Andy Weir

Öldüğünde eve gidiyordun.

Bir araba kazasıydı. Çok feci olmasa da ölümcüldü. Eşin ve iki çocuğunu arkanda bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlkyardım ekibi seni kurtarmak için her şeyi yaptı, ama faydasızdı. Vücudun öylesine hasar görmüştü ki ölmen daha iyi oldu, inan bana.

İşte benimle o zaman tanıştın.

"Ne... Ne oldu?" dedin. "Neredeyim ben?"

"Öldün." dedim açıkça. Lafı dolandırmaya gerek yok.

"Bir kamyon vardı...ve...ve kayıyordu..."

"Öyle." dedim.

"Ö...öldüm mü?"

"Hıhı. Ama üzülme, herkes ölür." dedim.

Etrafına bakındın. Hiçlikteydik. Sadece sen ve ben. "Burası neresi?" diye sordun, "Öbür Dünya mı?"

"Aşağı yukarı." dedim.

"Sen Tanrı mısın?" diye sordun.

"Hıhı." dedim, "Ben Tanrı'yım."

"Çocuklarım...karım..." dedin.

"N'olmuş onlara?"

"İyi olacaklar mı?"

"Daha demin öldün ve en büyük endişen ailenin durumu. İyiymiş." dedim.

Bana büyük bir şaşkınlıkla bakıyordun. Sana göre hiç de tanrı gibi bir görüntüm yoktu. Herhangi bir adam gibi görünüyordum. Veya bir kadın. Belirsiz bir otorite figürü belki. Tanrıdan çok edebiyat öğretmenine benziyordum.

"Endişelenme," dedim, "iyi olacaklar. Çocukların seni her bakımdan mükemmel biri olarak hatırlayacaklar. Sana kötü bir duygu besleyecek kadar zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Açıkçası evliliğin iyiye gitmiyordu. Bir avuntu olacaksa, rahatladığı için kendini suçlu hissedecek."

"Hı." dedin. "Peki şimdi ne olacak? Cennete cehenneme falan mı gideceğim?"

"İkisi de değil." dedim. "Reenkarne olacaksın."

"Aa" dedin, "Hintliler haklıymış yani."

"Her din bir bakıma haklıdır" dedim. "Yürü benimle."

Boşluğu arşınlarken peşimden geldin. "Nereye gidiyoruz?"

"Belli bir yere değil." dedim. "Konuşurken yürümek iyi oluyor."

"Peki anlamı ne o zaman?" diye sordun. "Yeniden doğduğumda sade, boş bir tahta olacağım, değil mi? Bir bebek. Yani hiç bir deneyimin ve bu hayatta yapmış olduğum hiç bir şeyin önemi kalmayacak."

"Hiç de öyle değil!" dedim. "Geçmiş hayatlarının bütün bilgi ve deneyimini içinde barındırıyorsun. Sadece şu anda hatırlamıyorsun."

Yürümeyi bıraktım ve omuzlarından tuttum. "Ruhun, senin hayal gücünün sınırlarının üstünde bir görkeme, güzelliğe ve enginlilğe sahip. İnsan aklı senin gerçekte olduğunun sadece küçücük bir kırıntısını içerebilir. Bu, parmağını sıcak veya soğuk olduğuna bakmak için bir bardak suya batırmaya benziyor. Bardağa kendinin küçücük bir parçasını koyuyorsun, ve geri çektiğinde, onun bütün deneyimlerine sahip oluyorsun.

"Son 48 yıldır bir insanın içindeydin, o yüzden şu an daha ısınıp muazzam bilincinin geri kalanına varamadın. Eğer burada yeterince uzun süre takılırsak, her şeyi hatırlamaya başlarsın. Ama her seferinde bunu yapmanın bir anlamı yok."

"Kaç kere reenkarne oldum o zaman?"

"Ohoo, çok. Çok çok defa. Ve çok sayıda değişik yaşamda." dedim. "Bu sefer M.Ö. 540 yılında Çinli bir köylü kızı olacaksın."

"Bir dakika, nasıl yani?" diye sordun şaşkınlıkla. "Beni zamanda geri mi gönderiyorsun?"

"Şey, teknik olarak öyle sanırım. Zaman, yalnızca senin evrenine ait bir kavram. Benim geldiğim yerde durum başka."

"Sen nereden geliyorsun ki?" dedin.

"Ah tabii," diye açıkladım, "ben bir yerden geliyorum. Başka bir yer. Orada benim gibi diğerleri de var. Orasının nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin biliyorum, ama doğrusunu söylemek gerekirse anlamazsın."

"Hmm." dedin, biraz bozulmuş gibi."Ama bir dakika. Eğer zamanda başka yerlerde reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle iletişim kurmuş olabilirim."

"Tabii ki. Bu her zaman olur, ve her iki hayatta da yalnız kendi hayatından haberdar olduğun için farkına bile varmazsın."

"Bütün bunların anlamı ne peki?"

"Ciddi misin?" diye sordum. "Cidden mi? Bana hayatın anlamını mı soruyorsun? Biraz klişe olmadı mı?"

"Yani, mantıklı bir soru bence." diye direttin.

Gözlerinin içine baktım. "Hayatın anlamı, bütün bu evreni yaratmamın amacı, senin olgunlaşman."

"İnsanlığı mı kastediyorsun? Bizim olgunlaşmamızı mı istiyorsun?"

"Hayır, sadece senin. Bütün bu evreni senin için yarattım. Her hayatla beraber daha büyük bir zihin haline geliyorsun."

"Sadece ben mi? Peki diğer herkes?"

"Başka kimse yok." dedim. "Bu evrende yalnız sen ve ben varız."

Boş gözlerle baktın. "Ama dünyadaki onca insan..."

"Hepsi sensin. Senin farklı enkarnasyonların."

"Bir dakika. Herkes ben miyim?!"

"Anlamaya başladın" dedim, sırtını sıvazlayarak.

"Yaşamış olan her insan ben miyim?"

"Ve yaşayacak olan, evet."

"Abraham Lincoln ben miyim?"

"John Wilkes Booth da sensin." diye ekledim.

"Hitler ben miyim?"

"Katlettiği milyonlar da sensin."

"İsa ben miyim?"

"Müritleri de sensin."

Sessiz kaldın.

"Birine her zarar verdiğinde, kendine zarar veriyordun. Yapmış olduğun her iyiliği aslında kendine yaptın. Her insan tarafından yaşanan, her iyi ve her kötü ânı yaşamış veya yaşayacak olan sensin."

Uzun süre düşündün.

"Neden?" diye sordun. "Bunları yapmak neden?"

"Çünkü bir gün benim gibi olacaksın. Çünkü olduğun şey bu. Benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun."

"Vay canına" dedin, inanamayarak, "yani ben bir tanrı mıyım?"

"Hayır. Henüz değil. Bir fetüssün. Hâlâ büyüyorsun. Tüm zamanlar boyunca yaşanabilecek tüm hayatları yaşadığında, doğacak kadar büyümüş olacaksın."

"Yani, bütün evren...sadece..."

"Bir yumurta." dedim. "Şimdi senin için bir sonraki hayata geçme zamanı."

Ve seni yoluna gönderdim.



Çeviri: Arın Akay, 2009

3 yorum:

  1. Muhteşem. Bayıldım.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil